31 Aralık 2008 Çarşamba

HAC









İslamın beş şartından biri olan hac ibadeti; bedenen ve mali olarak yapılan bir ibadettir.Erkek kadın her müslümana ömründe en az bir defa hac yapması farz kılınmıştır.

HAC’CIN FARZ OLMASINI GEREKTİREN ŞARTLAR

1.Müslüman olmak

2.Akılbaliğ olma

3.Hür olmak

4.Haccın farz olduğunu idrak etmiş olmak

5.Haccı yerine getirmeye yeterli vakte sahip olmak

6.Hacca gidip gelinceye kadar kendisinin ve ailesinin nafakasını temin etmiş olmak

7.Sağlıklı olmak

12 Kasım 2008 tarihinde hac görevini ifa etmek üzere kutsal yerlere giden ablam bu farizayı yerine getirerek 24 Aralık 2008 tarihinde evine dönmüştür.Allah kabul eylesin diyerek gidemeyenlere de nasip olmasını Allah’tan niyaz ediyoruz.

16 Aralık 2008 Salı

BİRAZ DA MİZAH YAPALIM


Üsküdar kadısı Molla Hüsamettin Efendi şakaları ile bilinirmiş.Sorulan sualler karşısında bakın nasıl cevap vermiş.

Üstat;

Saçınız neden ağardı?

-Nezleden

-Beliniz niçin büküldü?

-Gezmeden

-Dizleriniz neden titriyor?

-Cizmeden

-Pekiii dişleriniz niçin döküldü?

-Yiyip içmeden (Demiş)

FARK

-Kamçı ile yürümezse at,

-Söz dinlemiyorsa evlat,

-Bir de huysuz ise avrat

-Nidersin ölüyü

-Gir ağia,çık ağla

-Deh demeden yürürse at,

-Eğer söz dinlerse evlat

-Bir de iyiyse avrat

-Nidersin düğünü,

-Gir oyna.çık oyna

12 Aralık 2008 Cuma

AYVAYI YEMEK Mİ YOKSA YEMEMEK Mİ


Türkcemizde “ayvayı yemek”diye bir deyim var.Bir dostumuzun başına bir olay gelse,kırılacağına,üzüleceğine bakmadan; ya hapı yuttun deriz yada ayvayı yedin deriz.Bu iki deyim eş anlamlı galiba.Ama bence kötü bir tabir.Bu sözlerin gercek espirisi nedir,kaynağı nedir,mecazi anlamı olsa gerek diye düşünüyorum.

Ayva denilen meyveyi tanımıyan yoktur herhalde bir tek benim gibi ziraatciler tanımayabilirler.Sarı renkte,iri bir meyvedir.aynı zamanda serttir.Pat diye ısırırsan birkaç dişten olabilirsin.Hazmı biraz zordur.Mideye taş gibi oturabilir.Ağızda çiğnemek ve yutmak hayli zor olabilir.Durun.Hemen kesin” ayva” denilen meyve yenmez demeyin.Olgun ve kaliteli bir ayva yemek güzeldir.Ayvayı yemek yememekten çok daha güzeldir.Bakın ayvanın faydaları nelermiş.

Kompostosu güzel olur.Pirinç pilavı ile yemek harikadır.

Damar sertliğini giderir.

Karaciğer tembelliğine iyi gelir.

Ayva şurubu ishali ve dizanteri hastalığını keser

Mideye ve bağırsaklara kuvvet verir.

Tansiyonu düşürür.

Safrayı tedavi eder.
Bronşit hastalığına,verem hastalığına ve öksürüğe faydalıdır.

Çekirdeklerinden yapılan merhem dudak ve meme çatlaklarında ve egzama da kullanılır.

Çiçeği başağrısını geçirir.Kalbe ve beyne iyi gelir.

Ayva suyu kabızlığı giderir.

Çiçeği pişirilip bal ile karıştırılırsa emzikli annelerin sütü bollaşır.

Yermekten önce yenilirse ishale,yemekten snra yenilirse kabızlığa iyi gelir.

3-5 ayva yaprağıyla kaynatılıp çayı demlenirse hem çay olarak içilir.Hemde göğsü yumuşatır.

Demekki ayvayı yemek iyiymiş.Bütün sebze ve meyveler zamanında tüketilmelidir.Bunlar ilaç değildir ama ilaç gibidir.Sağlık elden gitmeden önce koruyucu olarak kullanılmalıdır.Ciddi rahatsızlıklarda mutlaka uzman doktoruna başvurmalıdır.Dert veren Allah’ım dermanını da vermiştir.Allah dermansız dert vermesin.(Amin)

Herkese sağlıklı yaşam dilerim.

Aralık 2008 ANTALYA (Kızım ve oğlum)

5 Aralık 2008 Cuma

EKMEK


EKMEK

Uzun yillar mutlu bir evlilik sürdüren yasli cift evliliklerinin Ellinci yilini yasamaktaydilar ve mutlu süren evliliklerinin altin yilini kutlamislardi. Bir gün kahvaltida kadin kendi kendine düsünüp;

Elli yil boyunca kocama nazik davrandim ve ona her zaman ekmegin iyi pismis, kitir tarafini verdim. Ama bugün bu lezzetli kismi kendime ayirayim artik diye düsünmüs ve ekmegin kitir kismini yaglayip kendisine ayirmis, öbür yumusak tarafini da esine vermis. Bekledigi tepkinin aksine kocasi sevinerek, karisinin elini öpmüs ve söyle demis;

"Sevgilim ,bana günün en mutlu anini yasattin. Elli yildir ekmegin en sevdigim yeri olan yumusak tarafini yiyemiyordum; cünkü cok sevdigin icin o parcayi hep sana birakiyordum."

4 Aralık 2008 Perşembe

KADERİN CİLVESİ

Kız çocuğu sekiz yaşındadır.Güneşli bir mart ayı.Karlar erimeye başlamış.Derelerden şakır şakır bulanık sel suları akmaktadır.Annesi kızına “kızım ketenyerinin oralardan kuru odun toplayıp gel.Evimizde kuru odun kalmadı.Gürgen dalları kırılıp düşmüşlerdir.Onlar güzel yanar.Mart kapıdan baktırır,kazma kürek yaktırır.derler ya hiç yakacak odunumuz yok”der.

Küçük kız eline bir ip alıp tarif edilen yere gider.Dal odunları bir yere topladıktan sonra kırılabilenleri dizine bastırarak kırar.İpe dizip sırtına yüklenir.Sevinçlidir.Zaten yatağa mahkum olan annesinin söylediklerini yapabildği içn çok mutludur.

Gittiği yol ufak bir patika yoldur.Derenin üzerinde köprü görevi yapan bir ağaç vardır.Bu ağaca ait birde korkuluğu vardır.Kız köprüden adımlamaya başladığı zaman korkuluktan da sıkıca tutunur..3-4 adım attıktan sonra ayakları kayar ve elleri korkuluğa tutunduğu için idam sehbasında sallanır gibi sallanmaya başlar.Aşağıya düştüğü anda ya sel suyu götürecek yada büyük ihtimalle boğulacak.Elleri yorulup da salmadan Hızır gibi bir adam yetişir ve kızı kurtarır.

Bu adam nereden bilecekti ki;daha sonraki yıllarda eşi vefat edecek,bu kurtardığı küçük kız eşi olacaktı.Aynende böyle olmuş 13-14 sene sonra adamın eşi ölür ve bu kızla evlendirilir.

İşte bu bahsettiğim hikaye değil gerçek vaka.Bu kız benim annem.Adam da benim babamdı.Bu anıyı annem bugün anlattı.Kaza ve kadere inanmak imanın altı şartından biri ise inanmamak elde değil.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Yüzsüzün böylesi


Ankara’dan Çankırı üzeri memleketime gidiyordum.Gece idi.Üstelik yalnızdım.Çankırı’nın Ilgaz İlçesi yolayrımında trafik lambalarında durdum.Hava hafif çiselemiştiGeceleyin saat 03 sularıydı..Yolun sağında bir delikanlı durmakta iken bana işaret etti.Sağ camı biraz indirdim.”Nereye gidiyorsun ? dedi.Ben de Kastamonu’ya gittiğimi söyledim.Beni de al dedi.Ben de buyurun dedim.Öne oturdu.Ayaklarının yanına 3-4 tane poşet koydu.Göz ucuyla baktığımda elma,armut,portakal ve sebze poşetlerydi bunlar.

Hareket ettim.Safranbolu’lu olduğunu,Samsun’da çalıştığını,izin alıp memleketine gittiğini anlattıktan sonra “sigara yakabilir miyim” dedi.Kibarca “olmaz” dedim ve sigaranın zararlarını anlattım.Kısa bir süre ben de sigara kullandığımı,tiryakilik derecesinde alışkanlık yapmadığımı,bir Ramazan Ayında terk ettiğimi anlattım.Kendisinin sigaradan çok zarar gördüğünü,eşinin de çok içtiğini,bırakamadıklarını anlattı.Derken İyi de vakit geçirmiştik.

Kastamonu-sinop kavşağına geldiğimiz zaman durdum.”Seni indireyim”dedim.Dediki..Abi patron bana para vermedi..Safranbolu arabaları benden para isterler.Param da yok.Sen bana beş lira ver dedi.Ben de “ben senden para istemiyorum.para da veremem”dedim..Arabamdan inmesini söyledim.Arabamdan inmiyor yine isteklerine devam ediyordu.İnmeyebilirsin benimle Sinop’a kadar da gelebilirsin deyip hareket ettim.Dur diye bağrmaya başladı.Hem sinirlendim hemde tereddüt etmeye başladım.Aldığıma pişman olmuştum.20 yıldır arabama yolcu alırım böyle manyamış birine rastlamamıştım.Yine in diyorum inmiyor.İllaki para istiyor.Belki adamla 10 dakika mücadele ettim.Tekrar hareket ettim.Yine dur dur diye bağırıyor ama inmiyordu.Arabadan indim.Cepten biryerleri arar gibi yapınca arabadan indi.Tam kalkacağım zaman “sigara yakabilir miyim dedi.10 tane yak dediğimde arabanın çakmağıyla dedi yak lanet osun dedim.Sigarasını yaktıktan sonra poşetlerina aldı ve kapıyı kapattı.

Adam gerçekten açıkgözmüydü,manyak mıydı,beni salak mı görmştü,parasız olduğu doğru muydu anlayamadım.İyilikten maraz doğar derler ya iyilik edeyim derken nerde ise korkulu anlar yaşadım.Yüzsüzün böylesini de hiç görmemiştim

Şimdiki öğrenciler şanslı

Bebekler, dünyaya gelmek istedikleri ülkeyi yada enlem, boylamları talep etme şansına sahip değiller.Tercih şansları olsaydı anneler bu isteklerini canı pahasına yerine getirirler,babalar da annelere yardımcı olurlardı.Çünkü anne ve baba bebekleri için canını tehlikeye sokmaya amadedirler.Benim böyle şansım olsa anneme ve babama hiç kıyamaz insiyatifi onlara bırakırdım.

Hasbel kader ben de güzel Anadolumuzun batı Karadeniz bölgesinin en ince burunu olan Sinop Vilayeti’nin yeşili bol engebelli bir köyünün en tenha yerinde dünyaya gelmişim.Evden tarlamıza,ahırdan bahçemize mütavazice gidip gelmişiz.Bayramlarda büyüklerimizin elini utandığımızdan öpememişiz.Adımızı soranlara cevap veremeyip omzumuzu silkelemişiz.Yabancı ile göz göze gelmemek için hep ayak uçlarına bakmışız.

Okula başladığımız ilk gün öğretmenin masasının üzerinde bir değnekle karşılaşmıştık.Dayak korkusu yüreğimize bir hançer gibi saplanmış,beynimize muhtarın mühürü gibi kazınmıştı.O zamanlar muhtar demek otorite demekti.Hiç birimizin evinde saat yoktu.Zaman, tahmini olarak hesaplanır ya da güneşe göre hareket edilirdi.Diyelim ki , havanın sisli olduğu bir gün yada yanlış tahmin edip derse geç kalındığı gün ne olurdu.O gün öğretmenin cezai müeyyide menüsünde ne varsa artık.Avuç içlerine dayak mı vurulur,koparcasına kulak çekilip enseye tokat mı atılır,yoksa kafa tahtaya mı vurulur,Bir iki şamarla def mi edilir ? orası yaradana malum olurdu artık.Derste arka tarafa dönersen,fısıltı yaparsan,arkadaşından silgi istersen,öndeki arkadaşından jilet ,çakı sorarsan(kalem açacağı zaten yok)öğretmenin sezmemesi mümkün değil.Ringte rakip boksöre boks yapar gibi neresi olursa olsun yumruklar atılırdı.Bu yumruklar 8-10 yaşındaki öğrenciye.Üstelik öğrencinin koruma kaskı bile yoktu.Hakaretler,aşağılamalar da işin cabası tabiî ki.Öğretmen sual sorduğu zaman dayak korkusundan kem küm edip bildiğimiz soruya cevap veremediğimiz olurdu.
Sohbet esnasında Osmanlının gericiliğinden bahsederiz.Bu olay Osmanlı zamanında olmuyordu.Cumhuriyetin 40ncı yılından sonra oluyordu.Bu öğretmenlere öğretmen okulunda okurken dayak atma dersi mi verilmişti.Yada bu öğretmenlerin vicdanı tatilemi çıkmıştı?Yoksa Allah bunlara hoşgörü denen hasleti nasip etmemişmiydi.Yine konuşurken “eli öpülesi öğretmen,heykeli dikilecek adam” deriz.Bu öğretmen bunları hak etti miydi acaba.Bir yerde haksızlık olmasın.Öğretmen kendi çocuğuna da,akrabasının çocuğuna da aynı muameleyi yapıyordu.Öğretmen öğrenciye verdiği emeğinin karşılığını devletten maaş olarak alıyordu.Ekstradan öğrenciye hizmet etmiyorduki.İstisnai durumdaki öğretmenlermi tenzih ediyorum.

Atatürk demişti ki,”Muallimler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır”.Böyle yetişen öğrenci eser mi bırakır? Yoksa vatanserver mi olur(.Ben yine şükrediyorum.Öğretmenleri yetiştiren Eğitmenler falaka ile cezalandırıyorlarmış.)Onların bizde hakları yok ama biz yine onlara hakkımızı helal ediyoruz.Onun için diyorum ki.şimdiki öğrenciler çok şanslı.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Ortaokul arkadaşlarım

Muharrem Turan ve Merhum Naci ÖZTÜRK
MuharremBey Şimdi İstanbul Barosu Avukatlarından,Naci Ziraat Tekn.iken 1987 yılında vefat etti.Muharrem Beyle 3 yıl aynı sırada oturduk.2 arkadaş da sınıf birincisi hatta okul 1.si idi.(1969-1972 yılları)

Hamalın zenginlik rüyası

.......Kasabanın en zengini öldüğünde tellaller sokağa dökülmüş;
......"Ey ahali Veli efendi öldü.Bir vasiyeti var.Ahiret hayatına alışabilmek için kabirde ilk gece kendisine bir yardımcı arıyor.Bu gece kim yardımcı olursa veli efendinin servetinin yarısı onun olacaktır.Duyduk duymadık demeyin."
........Tellanın bağırmalarına rağmen gönüllü kimse çıkmamış.Kasabanın kenar semtinde hamallık yapan sırtında bir küfesi ile elinde bir ipi olan bir hamal bu işe talip olmuş."Benim zaten malım mülküm yok .Akşam kabire hamal olarak girer sabah zengin olarak kabirden çıkarım" demiş.Geniş bir mezar kazmışlar.Bir tarafına merhum Veli efendi'yi diger tarafa da hamalı koymuşlar.Akşam karanlığı olmuş iki melek gelmiş kabire ama çınarlar gibi heybetli,gözleri şimşekler gibi yanıyor.Kendi aralarında konuşmuşlar" mevta nasıl olsa bizim onu her zaman sorgularız.Önce şu diriyi sorgulayalım "demişler.Gök gürler gibi sual sormaya başlamışlar.
........Dünyada malın mülkün varmıydı?
........."Alay etmeyin"demiş hamal gayet kendinden emin.
........Bir kırık küfe ile bir kopuk ipten başka bir şeyim yok.bunu sizde biliyorsunuz" demiş.
........"O ip ile küfeyi neyin karşılığında aldın"anlat bakalım demiş melekler.
........"Başlamış anlatmaya hamalcağız.5 kişinin malını 10 kuruşa taşıdım.2 sini yedim 8 ini biriktirdim.Ertesi gün de aynı işleri yaptım.Yemedim içmedim ucuza taşıdım ve bunları aldım
........Melekler hamala" olmadı .Hasan efendidan aldığın para çok düşük.Mehmet Efendiyle de ucuza anlaşmış ve taşımşsın onun hesabını onlar buraya gelince sorarız"demişler.Hamal ise" iyi ama "demiş hakettiğim parayı alsaydım bana taşıtmazlardı.Taşıttımayınca da aç kalırdım.
........ Melekler hamalı sıkıştırmaya devam etmişler."Söyle bakalım kazandığın paranın ne kadarını yedin ne kadarını biriktirdin? Hamal "10 kuruş aldıysam yarısını sakladım.2 kuruş aldığımda da yarısını biriktirdim" demiş.
.......".Yine olmadı" demiş melekler.Hem ucuza taşımışsın hemde gıdandan keserek nefsine zulmetmişsin.Nefsine terbiye etmek iyidir ama zulmetmek te günahtır.Hamalcağız ecel terleri dökerken sorgulama sabaha kadar sürmüş.
.........Açılam mezardan hamal dışarıya çıkarılmış.Kalabalıklar orada.Mehter takımları orada.Şenlik orada.Hamalda konuşacak ağız dil kalmamış korkudan."Kutlu olsun "demişler."Bu gece kimsenin yapamayacağı işi başardın bak zengin oldun artık" Hamalın dili yavaş yavaş çözülmeye başlamış."yooo" diye bağırmış."İstemem.Sizin olsun.Ben bir ip ile bir küfenin hesabını sabaha kadar veremedim.Zengin olursam onun hesabını nasıl veririm".
........Bu dünya fani.Ölüm ani.Ecel insana çok yakındır hatırlayın hani."Kim kazanmazsa bu dünyada ekmek parası.Dostunun yüz karası,düşmanın maskarası" demiş Merhum M.Akif ERSOY.Öyle ise hesabını bu dünyada ve ahrette en güzeli ile verebileceğimiz şekilde kazanç sağlayalım.Haram helal ver Allah bizim çocuklar yer Allah düşüncesinin sonucu hesap verememekten ibarettir.Doğruluk en büyük hazinedir.Ya doğrulukta yükselirsin yada inkarda çürürsün.Yol mezarda bitmiyor öyle ise gidince görürsün.
........Allah'ım hepimizi iki cihanda aziz eyle.
.........